8 Ocak 2014 Çarşamba

Sherlock 3.Sezon !! IMDB Puanı 9 un üzerinde ;)


Arthur Conan Doyle tarafından 1890’lı yıllarda maceraları yayınlanan dedektif Sherlock Holmes ve yardımcısı John Watson hem televizyona hem sinemaya defalarca uyarlandı ama bu dahiyane hikayeler neredeyse hiç bir zaman seyircisini hayal kırıklığına uğratmamıştır. BBC’nin seriye getirdiği modern yorum için de bunu kesinlikle söyleyebiliriz.
Sherlock’u canlandıran Benedict Cumberbatch’in tipi ilk bakışta biraz garip gelebilir çünkü mavi ama çekik gözleri var ve elmacık kemikleri hayli çıkık. Yine de Sherlock Holmes’u kendi deyişi ile ‘ileri derece fonksiyonel bir sosyopat’ olarak gayet iyi canlandırıyor ve bir süre sonra tipine ısınıyorsunuz. Sherlock’taki gariplik için doktor olan Watson’un teşhisi ise hayli farklı. Otizimin bir türü olan Asperger sendromu. Her durumda, Sherlock en beklenmedik anda sizi yüzüstü bırakan ve yine en beklenmedik anda hayatınızı kurtaran, tüm bunlar olurken de her an şömüne başında bacak bacak üstüne atıp çay yudumlayacakmış gibi bir ifade takınabilen biri. Asosyal davranışları karşısında ona gereken tepkileri vermekten çekinmeyen ve aynı zamanda onu kalpten seven Doktor John Hamish Watson, Martin Freeman tarafından gayet başarı ile canlandırılıyor. Bu ikilinin günümüz Londra’sına uyarlanan maceraları temelde Arthur Conan Doyle tarafından yaratılan orijinal versiyona sadık kalmış diyebiliriz. Serinin en bilinen cinayet vakaları, saf kötülük abidesi Jim Moriarty, gizemli, oyuncu ve zeki Irene Adler, Scotland Yard’daki suç ortağı dedektif Lestrade, evsahibesi ve benzeri bütün önemli karakterler serinin BBC yorumunda var.
İlk sezonda Watson ve Sherlock arasındaki ilişkinin oturması, ikincisinde de Moriarty ve Adler ile olan maceralar ağırlıktaydı. Sherlock’un İngiltere gizli servisi için çalışan bir ağabeyi olması ilk başlarda maceralara bir katkı yapar gibi görünürken ikinci sezonun sonuna doğru aralarındaki ilişkinin karmaşıklığına tanık olduk.
Üçüncü sezonun ilk bölümünde ise perde biraz daha aralanıyor ve Mycroft’u daha insani özellikleri ve zaafları ile görüyoruz. İki kardeş arasındaki zeka oyunları ve bitmek bilmeyen rekabet ilk bölümün en tatlı kısımlarından biri.
Gelelim hikayede kaldığımız yere. İkinci sezon biterken Sherlock hastanenin tepesinden kendini atarak ölmek zorundaydı çünkü Watson ve Bayan Hudson’u kurtarmanın tek şartı buydu. Moriarty’nin adamları silahlarını hedefe kitlemiş sinyal bekliyorlardı. Aslında Sherlock bunu binanın çatısına çıkıp Moriarty ile buluşmadan önce biliyordu. Düşünün ki amansız düsmanınız sizi tek başına ve silahsız olarak bir binanın çatı katına çağırıyor. Bunun tam bir hesaplaşma olacağını tahmin etmek için Sherlock Holmes olmaya gerek yok.  Nitekim Sherlock da hazırlıklıymış ki hepimiz binadan kendini attığını görmemize rağmen ölmediğini biliyoruz çünkü daha sonraki bir sahnede onu mezarı başında kendisi için gözyaşı döken Watson’u izlerken görüyoruz.
Üçüncü sezon bu çözülmemiş gizem ile açılıyor. Yokluğunda kirletilmek istenen adı temize çıkmış ve zamanında ona iftira atan polislerden biri olan Anderson Sherlock’a kafayı takmış durumda. Anderson kurduğu fan / komplo klübü ile Sherlock’un ölmediği teorisi üzerine senaryolar üretiyor ve dünyadaki çözülmesi zor birçok gizemli olayın yine gizemli birileri tarafından çözüldüğünü keşfediyor. İşin ilginç yanı bu gizemler haritada giderek Londra’ya doğru yaklaşıyor. Böylece biz de Anderson’un manyakça teorilerine gülen insanlara gülerek Sherlock’un dönüşünü izliyoruz. Burada senaryo yazanların hakkını teslim etmek gerek. Gerçi onca sahneye rağmen o kadar çok soru cevaplanmamış kalıyor ki Moriarty gerçekten öldü mü acaba diye bile soruyoruz.
Peki Sherlock neden Londra’ya dönüyor? Aslında dönmek zorunda kalıyor çünkü abisi Mycroft Londra’da bir terör saldırısı olacağı istihbaratını alıyor ve Sherlock’u yardıma çağırıyor. Bu arada Sherlock’un binanın çatısından atlayıp da nasıl ölmediğini güya anlattığı bazı sahneler izliyoruz ama hangisi gerçek? Senaryoyu yazan Mark Gatiss bizi bunu açıklamaya layık görmüyor. Biz de terör saldırısına odaklanmak zorunda kalıyoruz.
Sherlock’un yokluğunda geçen iki yıl boyunca Watson hayli sarsılmış onu anlıyoruz ama aynı zamanda çok da şanslıymış çünkü hayatında biri var, çok mutlu ve evlenme arifesinde. Sherlock Holmes’un Amerikan versiyonu olan sinema filmlerinde bence Mary çok daha başarılı bir karakterdi. Ben BBC versiyonundaki Mary’yi zayıf buldum. Sherlock ile aralarında daha gergin, daha zekice diyaloglara dayalı bir iletişim olacağını sanıyordum ama olmadı. Neyse seride yeteri kadar zeki diyalog var zaten. Tabi bu bölümün ikinci güzel sahnesi Sherlock’un Watson’un karşısına çıkıp ona merhaba demesi ve hayatta olduğunu öğrenen Watson’un elinden hafif hırpalanarak da olsa kurtulması. Artık ikili Londra’yı kurtarmaya odaklanabilirler. Açıkçası işini iyi yapmaya calışan bir güvenlik görevlisinin verdiği ipucu üzerine Sherlock’un beyninde ışıklar yanması ve videoda kaybolan metro vagonunun bir şekilde bombalamayla ilgili olması beyin hücrelerimizi gıdıklayan en güzel kısımlardan biri. Birbiri ile ilgisiz gibi duran ama garip olayların bir nakış gibi işlenerek bir bütünün parçaları olduklarının açıklığa kavuşması en az karakter çatışmalarını yarattığı duygular kadar etkili ve bazen daha da zevkli. Tabi bu arada hiç beklenmeyen şeyler de oluyor ve iki yıldır huzur içinde yaşayan Watson ansızın kaçırılıp bir Guy Fawkes ateşinin ortasına bırakılıveriyor. Sherlock’un çözmesi gereken yeni bir bilmece ile karşı karşıyayız ama bu sefer onunla oyun oynamak isteyen Moriarty değil. Kim peki? Yine her zamanki gibi sonraki bölümlerde açığa cıkacak olan bir gizem.
Geldik bölümün son beyin gıdıklamasına. Buna İngilizcede ‘teaser ‘ diyorlar. Türkçe’de tam karşılığı nedir bilmiyorum ama seyrederken gıdıklanır gibi hislere yol açan ama bunu beynimizle algıladığımız için tam da fiziksel gıdık olmayan bu zevkli minik anlara ben beyin gıdıklaması demeyi seçtim. Bence Sherlock Holmes karakterini ve/veya Watson’u seviyorum diyen herkes onların metro vagonu içinde bombayı etkisiz hale getirmeye çalıştıkları sahneyi izlesin. Artık Sherlock’a küfür mü edersiniz, Watson’a acır mısınız bilemem ama ben ikisini de yaptım.
Haftaya Watson evleniyor. Bakalım bu bölümde neler olacak ve bizim asosyal Sherlock bu düğün gerginliği ile nasıl başa çıkacak? O arada belki dünyayı da tekrar kurtarır. Sherlcok için ikisi de eşit zorlukta sonuç olarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder